Amerika Birleşik Devletleri’nin 2024 seçimleri, ülkenin demokratik yapısının geleceği konusunda önemli tartışmalara yol açtı. Başkan seçilen Donald Trump’ın geçiş ekibi, savunma bakanı olarak bir televizyon gazetecisini atadı ve dünyanın en zengin ismi yeni bir hükümet verimliliği departmanına liderlik edecek şekilde görevlendirildi.
Bu gelişmeler, ABD’de köklü bir rejim değişikliğinin habercisi olarak değerlendiriliyor. Joe Biden, 2020 seçimlerinde liberaller tarafından Trump yönetiminin ardından bir düzeltme olarak karşılanırken, bugün ABD’nin küresel özgürlük yayma misyonunun sona erdiği düşünülüyor.
Fransız yazar François-René de Chateaubriand’ın 1825’te ABD’de temsilî cumhuriyetin “modern zamanların en büyük siyasi keşfi” olduğunu ifade etmesi, New World’ın Avrupa’ya alternatif ve daha kapsayıcı bir yol sunduğunu gösteriyor. Ancak 2007-08 finansal krizinden bu yana dünya genelinde demokrasilerin sayısı azaldı ve küreselleşmeye karşı tepkiler arttı. Amerikan seçmenleri, bu seçimlerde ticaret korumacılığı, göç kontrolleri ve çokkültürlülüğe karşı programları destekledi.
ABD’nin Avrupa’dan farklılığı
Tarihsel analojilerin ABD’nin geleceğini anlamada yetersiz kaldığı görülüyor. Avrupa’da iki dünya savaşı arasında otoriter sağın yükselmesine rağmen, savaş sonrası dönemde demokrasiye yönelik güçlü bir birlik duygusu ve anti-fasizm bilinci gelişti. Bu bilinç, Avrupa’da demokrasiyi koruyan önemli bir faktör olarak öne çıkarken, ABD’de benzer bir tarihsel miras bulunmuyor. ABD seçim sonuçları, Avrupa’daki siyasi kutuplaşmadan farklı olarak daha derin bir toplumsal bölünmeyi yansıtıyor. Avrupa ülkeleri, yakın tarihindeki savaş ve diktatörlük deneyimleri sayesinde demokrasinin kırılganlığına dair ortak bir bilinç geliştirdi. Buna karşılık, ABD’de bu tür bir kolektif hafıza eksikliği, politik kutuplaşmanın derinleşmesine yol açıyor.
ABD’deki seçimlerin, Avrupa’dakinden farklı olarak daha derin toplumsal bölünmelere neden olduğu gözlemleniyor. Avrupa’da savaş ve diktatörlük deneyimleri, demokrasinin kırılganlığına dair ortak bir bilinç oluştururken, ABD’de bu tür bir kolektif hafıza mevcut değil. Bu durum, Amerikan toplumunda politik kutuplaşmanın artmasına ve bilgi balonlarının etkisiyle seçmenlerin duygusal olarak ayrışmasına neden oluyor.
ABD’nin kuruluş belgesinin hala yürürlükte olması ve anayasanın değiştirilmemişliği, ülkenin istikrarını artıran bir unsur olarak değerlendiriliyor. Avrupa’daki birçok ülkenin sık sık anayasa değişiklikleri yapmasının aksine, ABD’de bu durum istikrar sağlıyor. Ancak, bu aynı zamanda Amerikan demokrasisinin günümüzün siyasi zorluklarına karşı esnek olmamasına yol açıyor. Avrupa’da sosyal ve kültürel tutumların tarihsel deneyimlerle şekillenmesi, cinsiyet gibi konularda daha ilerici politikaların benimsenmesini sağlarken, ABD’de bu tür ilerlemeler daha bölücü etkiler yaratıyor.
Aşırı uç hareketlerin büyük partiler tarafından ele geçirilmesi, ABD’de Avrupa’dan farklı bir dinamik oluşturuyor. Özellikle Tea Party Caucus’un etkisiyle Cumhuriyetçi partide yaşanan aşırılaşma, Avrupa’daki sağ hareketlerle kıyaslandığında benzersiz bir durum yaratıyor. Bu durum, Amerikan siyasi elitlerinin merkezden uzaklaşmasına ve kutuplaşmanın derinleşmesine neden oluyor.
Avrupa’da demokrasiyi tehdit eden unsurlar, coğrafi ve tarihsel faktörlerle şekilleniyor. Bu faktörler, iç dissensiyonun önlenmesine yardımcı olurken, ABD’de benzer bir jeopolitik tehdit algısı bulunmuyor. Amerikan seçmenlerinin, bilinen bir tarihsel deneyime sahip olmadan politikalarını şekillendirmesi, demokratik kurumların zayıflamasına yol açıyor.
Demokratik kurumların ve toplumsal uzlaşının korunabilmesi için, Amerikan toplumunun mevcut kutuplaşma eğilimlerini aşması ve daha kapsayıcı politikalar geliştirmesi gerektiği vurgulanıyor.
Financial Times